nurlu-alem
  AKLIMIZA TAKILAN 100 SORU
 

 

 

 

 

 

 


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

İman nedir?

Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)

Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]

Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.

Amentü’nün manası
Amentü’yü bildiren hadis-i şerif şu mealdedir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Allah’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna, ancak son kitap Kur’an-ı kerimle diğerlerinin [Hiç birisi değişmemiş bile olsa] Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek, böyle olduğunu kabul etmek demektir. Ayrıca, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]

Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]

Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]

Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]

Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]

İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.

İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.

Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]

Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın Peygamber olduğunu bildirmektedir.

İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.

Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır.

İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?

İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.

Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.

Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi ben kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.

İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen kimse mümin olamaz.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.

En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillaha sahip olduktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]

 

 

 

 

 

 

Kelime-i tevhidin manası

Sual:

Kelime-i tevhidin manası nedir?
CEVAP
Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası, (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir.

Kelime-i tevhidin manasını, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklıyor:
İnsanlar yok idi. Sonradan yaratıldı. İnsanların bir yaratanı vardır. Her varlığı, O yaratmıştır. Bu yaratan birdir. Ortağı, benzeri yoktur. Bir ikincisi yoktur. O, hep var idi. Varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Yok olmaz. Onun hep var olması gerekir. O, yok olamaz. Varlığı kendindendir. Hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur. Her şeyi var eden, her varı her an varlıkta durduran Odur. O, madde değildir. Hiçbir maddede bulunmaz. Şekli yoktur. Ölçülmez. Nasıldır diye sorulmaz. O deyince, akla hayale gelen her şey, O değildir. O, bunlara benzemez. Bunlar hep Onun mahluklarıdır. O, mahlukları gibi değildir. Akla, vehme, hayale gelen her şeyi, O yaratmaktadır. Yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Yeri yoktur. Her varlık, Arşın altındadır. Arş ise, Onun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arşın üstündedir. Fakat bu, Arş Onu taşıyor demek değildir. Arş, Onun lutfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arşı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedi sonsuz geleceklerde de, hep öyledir. Onda değişiklik olmaz. Onun sıfatları vardır. Sıfat-ı sübutiyyesi sekizdir. Hayat, ilm, sem, basar, kudret, irade, kelam, tekvin. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Değişiklik olmak kusurdur. Onda kusur, noksanlık yoktur. Hiçbir mahlukuna benzemez ise de, dünyada, Onu kendisinin bildirdiği kadar bilmek ve ahirette görmek olur. Burada nasıl olduğu anlaşılamadan bilinir. Orada da, anlaşılamadan görülecektir.

Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vasıtası ile kullarına, saadete ve felakete sebep olan işleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, son Peygamberi olan Muhammed aleyhisselamdır. Yeryüzündeki dinli dinsiz herkese, her yere, her millete Peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanların, meleklerin ve cinnin Peygamberidir. Dünyanın her yerinde, herkesin, o yüce Peygambere tâbi olması, uyması gerekir. (Kimya-i Saadet)

Kelime-i tevhidin fazileti
Müslümanın her fırsatta söylediği Kelime-i tevhidin fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(
La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar]

(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [Taberani]

(Amellerin kıymetlisi
La ilahe illallah demektir.) [Hakim]

(Zikrin [Allah’ı anmanın] en faziletlisi La ilahe illallah demektir.) [Nesai]

(
La ilahe illallah demek 99 belayı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.) [Deylemi]

(Benim ve diğer peygamberlerin dediği en üstün şey, La ilahe illallah sözüdür.) [Tirmizi]

(
La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır.) [E.Ya’la]

(La ilahe illallah Cennetin anahtarıdır.) [İ.Ahmed]

(
La ilahe illallah diyen, sözünde sadık ise, bütün günahları affedilir.) [İ.Gazali]

(Ölüm halindekilere
La ilahe illallah söylemesini telkin edin, onları Cennetle de müjdeleyin. Şeytanın insana en yakın olduğu an bu vakittir.) [Ebu Nuaym]

(Ağır hastayı,
La ilahe illallah demeye zorlamayın, sadece telkinde bulunun.) [Dare Kutni]

(Son sözü
La ilahe illallah olanın, ruhu kolay çıkar ve o söz kıyamette ona nur olur.) [Hakim]

(Ahiret, dünyaya tercih edilince,
La ilahe illallah sözü, Allah’ın gazabından korur. Dünya kârını, ahirete tercih eden, La ilahe illallah dediği zaman, Allahü teâlâ, "Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin" buyurur.) [Beyheki]

(
La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.) [Buhari]

(Günde yüz defa
La ilahe illallah diyenin yüzü kıyamette ayın 14 ü gibi parlar.) [Taberani]
[Yüzüncüyü söylerken "Muhammedün resulullah" ilave etmek iyi olur. Tecvide göre okununca "Muhammedür-resulullah" denir.]

(Haramlardan kaçarak, ihlâsla,
"la ilahe illallah" diyen Cennete girer.) [Hatib, Taberani]

(İhlâsla La ilahe illallah diyen Cennete girer. İhlâs, söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır.) [Taberani]

İhlâs, kalbde Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak, başka şeyleri temizlemek demektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın birliğine iman edip, şirk koşmadan ve ihlâsla namazını kılıp, zekatını verenden Allah razı olur.) [İbni Mace]

(İhlâsla amel edin! Allahü teâlâ ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.)
[Dare Kutni]

(İbadetleri ihlâs ile yap! İhlâs ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) (Ebu Nuaym]

(İbadetlerini ihlâs ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler.)
[Ebu Nuaym]

(Kırk gün ihlâsla ibadet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı akar.)
[Ebuşşeyh]

Tevhid ve iman
Sual:
Tevhid yani Allah’tan başka ilah yoktur diye inanmak hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Tevhid, taze ceviz gibidir. Cevizin iki kabuğunu ve içini herkes bilir. Özünün özü de, yağıdır. Münafıklar, yalnız dil ile (La ilahe illallah) der, kalb ile inanmaz. Bu
1. derecedir.

2. derece:
Kelime-i tevhidin manasına, kalbin inanmasıdır. Bu inanış, ya başkasından görerek, işiterek olur ki, bizim gibi cahillerin inanışı böyledir. Yahut delil ile, aklın ispat etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelam ilmi üstatlarının inanması böyledir.

3. derece:
Bir yaratanın, her şeyi yarattığını görmek, her işin, tek bir fail tarafından yapıldığını, başka kimsenin, hiçbir şey yapmadığını anlamaktır. Bu anlayış için, kalbde bir nurun parlaması gerekir. Böyle hasıl olan iman, cahillerin ve kelam âlimlerinin imanına benzemez. Mesela, bir ev sahibinin, evde bulunmasına inanmak üç türlü olur:
a- Birisinden işiterek inanmaktır. Taklit ile olan iman, bunun gibidir.
b- Ev sahibinin, her gün kullandığı bineğini, elbise ve ayakkabılarını evde gördüğü için inanmaktır. Bu da kelam âlimlerinin imanına örnektir.
c- Ev sahibini evde görerek inanmaktır. Bu, ariflerin tevhidine örnektir. Böyle tevhid, her ne kadar yüksek derece ise de, bunun sahibi, mahlukları görmekte ve bunların Halık [yaratıcı] tarafından yaratıldığını bilmektedir. Mahlukları gördüğü için, tevhid tam olamaz.

4. derece:
Bir var görür, birden başka bir şey görmez. Tasavvufta bu hâle, Tevhidde fena derler.

Bu dört dereceden;
Birincisi: Münafıkların tevhidi olup, cevizin dış kabuğuna benzer. Cevizin dış kabuğu, acıdır. Dış yüzü güzel, yeşil ise de, iç yüzü çirkindir ve yakılınca bol duman yaparak ateşi söndürür ve birkaç gün cevizi korumaktan başka, bir işe yaramaz. Münafığın tevhidi de, münafık olduğu bilinmediği için, halk onu Müslüman zanneder.


İkincisi:
Cahillerin ve kelam âlimlerinin tevhidi, cevizin tahta kabuğu gibidir. Bu tahta kabuk, cevizi birkaç zaman korumaktan başka işe yaramadığı gibi, bu derecedeki tevhid de, yalnız insanı Cehennem ateşinden korumaya yarar.

Üçüncüsü:
Cevizin özü gibidir. Yenilecek, yararlanacak kısımdır.

Dördüncüsü:
Cevizin özü yenilip hücrelerine kadar sindirilmiş hâlidir

Kelime-i tevhidin manası

Sual:

Kelime-i tevhidin manası nedir?
CEVAP
Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası, (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir.

Kelime-i tevhidin manasını, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklıyor:
İnsanlar yok idi. Sonradan yaratıldı. İnsanların bir yaratanı vardır. Her varlığı, O yaratmıştır. Bu yaratan birdir. Ortağı, benzeri yoktur. Bir ikincisi yoktur. O, hep var idi. Varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Yok olmaz. Onun hep var olması gerekir. O, yok olamaz. Varlığı kendindendir. Hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur. Her şeyi var eden, her varı her an varlıkta durduran Odur. O, madde değildir. Hiçbir maddede bulunmaz. Şekli yoktur. Ölçülmez. Nasıldır diye sorulmaz. O deyince, akla hayale gelen her şey, O değildir. O, bunlara benzemez. Bunlar hep Onun mahluklarıdır. O, mahlukları gibi değildir. Akla, vehme, hayale gelen her şeyi, O yaratmaktadır. Yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Yeri yoktur. Her varlık, Arşın altındadır. Arş ise, Onun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arşın üstündedir. Fakat bu, Arş Onu taşıyor demek değildir. Arş, Onun lutfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arşı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedi sonsuz geleceklerde de, hep öyledir. Onda değişiklik olmaz. Onun sıfatları vardır. Sıfat-ı sübutiyyesi sekizdir. Hayat, ilm, sem, basar, kudret, irade, kelam, tekvin. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Değişiklik olmak kusurdur. Onda kusur, noksanlık yoktur. Hiçbir mahlukuna benzemez ise de, dünyada, Onu kendisinin bildirdiği kadar bilmek ve ahirette görmek olur. Burada nasıl olduğu anlaşılamadan bilinir. Orada da, anlaşılamadan görülecektir.

Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vasıtası ile kullarına, saadete ve felakete sebep olan işleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, son Peygamberi olan Muhammed aleyhisselamdır. Yeryüzündeki dinli dinsiz herkese, her yere, her millete Peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanların, meleklerin ve cinnin Peygamberidir. Dünyanın her yerinde, herkesin, o yüce Peygambere tâbi olması, uyması gerekir. (Kimya-i Saadet)

Kelime-i tevhidin fazileti
Müslümanın her fırsatta söylediği Kelime-i tevhidin fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(
La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar]

(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [Taberani]

(Amellerin kıymetlisi
La ilahe illallah demektir.) [Hakim]

(Zikrin [Allah’ı anmanın] en faziletlisi La ilahe illallah demektir.) [Nesai]

(
La ilahe illallah demek 99 belayı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.) [Deylemi]

(Benim ve diğer peygamberlerin dediği en üstün şey, La ilahe illallah sözüdür.) [Tirmizi]

(
La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır.) [E.Ya’la]

(La ilahe illallah Cennetin anahtarıdır.) [İ.Ahmed]

(
La ilahe illallah diyen, sözünde sadık ise, bütün günahları affedilir.) [İ.Gazali]

(Ölüm halindekilere
La ilahe illallah söylemesini telkin edin, onları Cennetle de müjdeleyin. Şeytanın insana en yakın olduğu an bu vakittir.) [Ebu Nuaym]

(Ağır hastayı,
La ilahe illallah demeye zorlamayın, sadece telkinde bulunun.) [Dare Kutni]

(Son sözü
La ilahe illallah olanın, ruhu kolay çıkar ve o söz kıyamette ona nur olur.) [Hakim]

(Ahiret, dünyaya tercih edilince,
La ilahe illallah sözü, Allah’ın gazabından korur. Dünya kârını, ahirete tercih eden, La ilahe illallah dediği zaman, Allahü teâlâ, "Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin" buyurur.) [Beyheki]

(
La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.) [Buhari]

(Günde yüz defa
La ilahe illallah diyenin yüzü kıyamette ayın 14 ü gibi parlar.) [Taberani]
[Yüzüncüyü söylerken "Muhammedün resulullah" ilave etmek iyi olur. Tecvide göre okununca "Muhammedür-resulullah" denir.]

(Haramlardan kaçarak, ihlâsla,
"la ilahe illallah" diyen Cennete girer.) [Hatib, Taberani]

(İhlâsla La ilahe illallah diyen Cennete girer. İhlâs, söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır.) [Taberani]

İhlâs, kalbde Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak, başka şeyleri temizlemek demektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın birliğine iman edip, şirk koşmadan ve ihlâsla namazını kılıp, zekatını verenden Allah razı olur.) [İbni Mace]

(İhlâsla amel edin! Allahü teâlâ ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.)
[Dare Kutni]

(İbadetleri ihlâs ile yap! İhlâs ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) (Ebu Nuaym]

(İbadetlerini ihlâs ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler.)
[Ebu Nuaym]

(Kırk gün ihlâsla ibadet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı akar.)
[Ebuşşeyh]

Tevhid ve iman
Sual:
Tevhid yani Allah’tan başka ilah yoktur diye inanmak hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Tevhid, taze ceviz gibidir. Cevizin iki kabuğunu ve içini herkes bilir. Özünün özü de, yağıdır. Münafıklar, yalnız dil ile (La ilahe illallah) der, kalb ile inanmaz. Bu
1. derecedir.

2. derece:
Kelime-i tevhidin manasına, kalbin inanmasıdır. Bu inanış, ya başkasından görerek, işiterek olur ki, bizim gibi cahillerin inanışı böyledir. Yahut delil ile, aklın ispat etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelam ilmi üstatlarının inanması böyledir.

3. derece:
Bir yaratanın, her şeyi yarattığını görmek, her işin, tek bir fail tarafından yapıldığını, başka kimsenin, hiçbir şey yapmadığını anlamaktır. Bu anlayış için, kalbde bir nurun parlaması gerekir. Böyle hasıl olan iman, cahillerin ve kelam âlimlerinin imanına benzemez. Mesela, bir ev sahibinin, evde bulunmasına inanmak üç türlü olur:
a- Birisinden işiterek inanmaktır. Taklit ile olan iman, bunun gibidir.
b- Ev sahibinin, her gün kullandığı bineğini, elbise ve ayakkabılarını evde gördüğü için inanmaktır. Bu da kelam âlimlerinin imanına örnektir.
c- Ev sahibini evde görerek inanmaktır. Bu, ariflerin tevhidine örnektir. Böyle tevhid, her ne kadar yüksek derece ise de, bunun sahibi, mahlukları görmekte ve bunların Halık [yaratıcı] tarafından yaratıldığını bilmektedir. Mahlukları gördüğü için, tevhid tam olamaz.

4. derece:
Bir var görür, birden başka bir şey görmez. Tasavvufta bu hâle, Tevhidde fena derler.

Bu dört dereceden;
Birincisi: Münafıkların tevhidi olup, cevizin dış kabuğuna benzer. Cevizin dış kabuğu, acıdır. Dış yüzü güzel, yeşil ise de, iç yüzü çirkindir ve yakılınca bol duman yaparak ateşi söndürür ve birkaç gün cevizi korumaktan başka, bir işe yaramaz. Münafığın tevhidi de, münafık olduğu bilinmediği için, halk onu Müslüman zanneder.


İkincisi:
Cahillerin ve kelam âlimlerinin tevhidi, cevizin tahta kabuğu gibidir. Bu tahta kabuk, cevizi birkaç zaman korumaktan başka işe yaramadığı gibi, bu derecedeki tevhid de, yalnız insanı Cehennem ateşinden korumaya yarar.

Üçüncüsü:
Cevizin özü gibidir. Yenilecek, yararlanacak kısımdır.

Dördüncüsü:
Cevizin özü yenilip hücrelerine kadar sindirilmiş hâlidir

 

 

Gayba iman esastır

Sual:

Tam İlmihal’in iman bahsinde, Seyyid Abdülhakim efendi imanı şöyle tarif ediyor:
“Server-i âlem olan Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur. Resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, Resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü, iman parçalanamaz. Akıl, Resulullahın bildirdiklerini uygun bulursa, bu aklın kâmil, selîm olduğu anlaşılır.”
Bu tarif, aklı dışlamıyor mu?
CEVAP
Bu tarif selim olan akla değil, sakim olan akla zıt olabilir.

Bu tarif, Kur'anı anlamaya mani olmak için konulmuş bir engeldir.
CEVAP
Tam aksine, dini aklına uydurmaya çalışanlara engel olur. Din akla uydurulursa insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Âlimlerin aklı dinde ölçü değilse, sizin aklınız nasıl dinde ölçü oluyor? Bu tarifi yapan İslam âlimidir. Allahü teâlâ, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor.

Dogmaları, yani âyetleri akıl süzgecinden geçirmeden inanmak gerçek iman olmaz.
CEVAP
Dogma tabirini daha çok ateistler kullanır. Siz Kur’an ne diyorsa hemen incelemeden inanıyorsunuz diyorlar. Sizin onlardan ne farkınız kaldı? Birisi bize bu âyettir dese, sadece biz onun âyet olup olmadığını araştırırız. O âyet ise hemen tasdik ederiz.

Görmeden, akıl süzgecinden geçirmeden inanmak olacak şey değildir.
CEVAP
Siz Cenneti, Cehennemi gördünüz mü? Görmeden nasıl inanıyorsunuz?

Bekara suresinin 3. âyetinde Onlar gaybı tasdik ederler, deniyor. Görmeden inanın denmiyor ki.
CEVAP
Anlaşılan siz, gaybın ne olduğunu bilmiyorsunuz. Gayb, duygu organları [görmek, işitmek, dokunmak, koklamak, tatmak] ile veya hesap ve tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Akıl ve vehim Allah’a yaklaşamaz. Hiç bir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki bu da iman değildir. (2/9)

İman, gördükten sonra tasdiktir.
CEVAP
Bu, İslamiyet’e inanmıyorum demenin başka şeklidir. İmanın altı esasından hangisini gördünüz? İman, görmeden tasdiktir. Cebimden elma çıkarsam, sonra bu elmadır desem, bunu görenin tasdiki inanmak olmaz, gördüğünü söylemek olur. İman gayba olur. Cebimde altın var desem, siz bana güvenerek evet var diye tasdik ederseniz bu inanmak olur, ama altını gördükten sonra bu altın demek iman değil, gördüğünü söylemek olur. Bu farkı iyi anlamalıdır.

Allah’ın gayb ile ilgili her şeyini akıl süzgecinden geçirmeden inanmak iman olmaz.
CEVAP
Akıl ile Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, nasıl konuştuğunu nasıl yarattığını, Cennetteki meyvelerin tadını bilebilir miyiz? Melekleri akıl ile tarif edebilir miyiz? Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu tarif etmeniz mümkün mü? Elleri, gözleri, bir mekanı var mı, ne ile işitiyor, nasıl ezeli ve ebedi olur? Bu terazi bu sıkleti çekmez denmiştir. Yani akıl ile bunları anlamak imkansızdır.

Sual: Akla ve araştırmaya çok önem veren genç bir arkadaş, (Şu neden farz, şu neden günah? Bunların hikmetini, sebebini bilmeden kabul etmem. Ben görmediğim Allah’a, koca karı gibi inanmam) diyor. Dinimiz görmeden iman etmeyi bildirmiyor mu?
CEVAP
Bu genç gibi söylemek çok tehlikelidir. İlahi emrin hikmeti anlaşılmasa da Allah’ın emri olduğu için, hiç tereddütsüz kabul etmek şarttır. İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan Hüccet-ül-İslam unvanına sahip imam-ı Gazali hazretlerinin İhya’da ve imam-ı Süyuti hazretlerinin Cami-us-sagîr’de bildirdiği hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda değişik inançlar çıkınca, koca karılar gibi inanın.) [Deylemi]

Bu hadis-i şerif kocakarı gibi bâtıl şeylere körü körüne inan demek değildir. Allah ve resulünün bildirdiklerine aklın almasa da, ispat edemesen de, inanın demektir. Cennet, Cehennem, Sırat köprüsü ve ahiret hayatı akıl ile mantık ile ispat edilemez. Mutezile aklı almadığı için sırat köprüsünü, miracı ve benzeri olayları inkâr etmiştir. Şimdi bir çok Müslüman inanamayıp mürted olurken, müşrikler, bu bir çılgınlık derken, Hazret-i Ebu Bekir, O söylediyse doğrudur diyerek imanın zirvesine çıkmıştır.

Görmeden, aklını kullanmadan, bir anda Miraca gidip geldiğine inanarak Resulullahı tasdik etmesi imanını yükseltmiştir. Güneşten daha parlak olan imanından dolayı Peygamber efendimiz, (Ebu Bekrin imanı, bütün insanların imanları toplamı ile tartılsa, Ebu Bekrin imanı daha ağır gelir) buyurmuştur.

Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn iken, bu farzı terk edip, (İmanı araştırıyorum) diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemekle devamlı meşgul olmak caiz değildir. İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Peygamber efendimiz, gayba imanı emretmiştir. İspat ile delil ile iman olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı kerimde, salihler övülürken, (O müttekîler ki, gayba inanırlar) buyuruluyor. (Bekara 3)

Demek ki gayba inanmak, müttekilerin vasfıdır. Resulullah ne bildirmişse doğrudur diyerek inananlar kurtulmuştur. İman, araştırarak, akıl yürüterek elde edilen bir şey değildir. İslam âlimleri imanı şöyle tarif etmişlerdir:

İman
, Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]

Selim akıl çok kıymetlidir. Hadis-i şerifte, (Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur) buyuruluyor. Allahü teâlâ, insana, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Mahluklara ait bilgilerde ölçü olur. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar mahluklara ait bilgilerde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. İnsan, bir yol gösterici olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulamadı. Tarih incelendiğinde, kendi başlarına giden insanların yanlış yollara saptıkları görülür. O halde Resulullaha inanmak şarttır.

Sual: (Görmediğim şeye iman etmeyi aklım almıyor, dindeki şeylerden ruhum sıkılıyor) diyen arkadaşıma ne cevap vereyim?
CEVAP
Almayan aklını ve sıkılan ruhunu göstermesini isteyin, bakalım gösterebilecek mi?

Sual: Ben görmediğim Allah’a inanmam demek uygun mu?
CEVAP
Hayır değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bildiğimiz, hatırımıza, hayalimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey mahluktur. Bizim, Allahü teâlâ bir şeye benzemez dememiz, benzetmek olur. Bizim anladığımız büyüklük, küçüklüktür. İbrahim aleyhisselam, kâfirlere, (Niçin kendi yaptığınız putlara tapıyorsunuz? Sizleri de, yaptığınız işleri de Allahü teâlâ yarattı!) dedi. İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana getirelim, bunların hepsi, Allahü teâlânın mahlukudur. O, bildiğimiz, düşünerek bulduğumuz şeylerin hiçbirine benzemez ve nasıl olduğu anlaşılamaz. Akıl ve hayal Ona yaklaşamaz. Böyle hiçbir şeye benzemeyen ve akıl ile anlaşılamayan yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, Ona inanmak olmaz. Kendi yaptığımız şeye iman etmek olur. Bu da, Onun mahlukudur. Bunu, Ona ortak yapmış, Ondan başkasına iman etmiş oluruz.
(2/9)

Sual:
Evliya zatlardan bazıları, (Biz Cenneti, Cehennemi görsek, imanımızda bir artma, bir değişiklik olmaz) demişler. Bu nasıl olur? İnsanın bir şeyi bilmesine ilmel yakîn, gözle görmesine de aynel yakîn deniyor. Gözle görmek, ilimle bilmekten çok daha üstün değil midir? Atalarımız, (Gözüm sana mı inanayım, yoksa sözüm sana mı inanayım?) diye boşuna mı söylediler? Bu zatların böyle söylemesinin hikmeti ne olabilir?
CEVAP
Elbette göz, bilmeye göre daha sağlam delildir. Ama bu bizim gibi insanlar içindir. Hakiki imana kavuşmuş evliya zatların ilimleri farklıdır. Hazret-i Ebu Bekr’in (O söylediyse doğrudur) demesi bunun bariz örneğidir. Göz yanılabilir ama bu ilim sahiplerinin imanları öyle sağlamdır ki, hiçbir şey onu değiştiremez. Göz ile görenin imanı bu kadar sağlam olamaz. İman etmede göz ölçü değildir. Sadece göz ölçü olsaydı, Resulullah efendimizi gören herkesin iman etmesi gerekirdi. (Abdullah'ın yetimi) diye bakanlar kâfirlikte kaldı, (Allah Resulü) diye bakanlar hidayete erdi. Baştaki göz yanılabilir, kalbdeki göz yanılmaz. Müslümanların görmeleri, anlamaları kalb gözü ile olur. Göz bakınca, kalb inanınca görür. Müslümanın kalbi inanmıştır, Allahü teâlânın ihsanlarına kavuşmuştur. Derecesine göre neler görür neler, dünya ahiret fark etmez.
 

 

 

Yeni Müslüman olan

Sual:

Yeni Müslüman olan bir yabancı arkadaş var. Buna ilk önce neyi öğretmeliyiz?
CEVAP
İlk önce imanı, yani Allahü teâlâyı, Onun sıfatlarını, Resulullah efendimizin Allah’ın Peygamberi olduğunu, Amentü’de bildirilen altı esası, sonra da İslam’ın beş şartını öğretip namaz kılmasını sağlamalıdır. Çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kitab ehli olan bir kavme görevle gidince, önce, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın Müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekatı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]

Bu hadis-i şerifte ilk önce, Allah’a imanla birlikte Resulünü de tasdik bildirilmiştir. Resulullahı tasdik etmeyen mümin ve Müslüman olamaz.

Sual:
Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması gerekir mi?
CEVAP
Evet gerekir. Bundan sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikad, yani iman edilmesi gereken bilgileri öğrenip, bunlara inanması gerekir.

Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslam’ın beş şartını ve helal, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması gerekir.
Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine inanmayan, önem vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.

Nikahlı müslüman bir kız, baliga olduğu zaman, Müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur. Yani mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli ve (bunlara inandım) demelidir. (Dürr-ül-muhtar)

İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki:
Kız küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliga olunca, ana-babasının dinine tâbi olması devam etmez. İslamiyet’i bilmeyerek baliga olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (La ilahe illallah Muhammedün resulullah) dese, müslüman olmaz. (Amentü billahi...) de bulunan altı şeye inanan ve (Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabul ettim, beğendim) diyen kimse müslüman olur.

Her müslüman, çocuklarına Amentü’yü ezberletmeli, manasını iyice öğretmelidir! Çocuk bu altı şeyi öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslüman olmaz, mürted olur.

Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur.
(Redd-ül-muhtar)

Sual: Kâfir (Beni İslam’a uygun defnedin) dese, mümin sayılır mı?
CEVAP
Hayır. Kelime-i şehadeti veya manasını söylerse evet.

Sual: Yeni Müslüman oldum, fıkıh bilgilerim yok sayılır, her şeyi yeni öğreniyorum, küfre sebep olan şeylerin hepsini de bilmiyorum. Bilmeyerek küfre düşürecek bir şey yaparsam veya söylersem, benim durumum o zaman ne olur? Bilmeyerek yaparsam imanımı kaybetmiş olur muyum?
CEVAP
Hayır imanınızı kaybetmiş olmazsınız. Polonya gibi bir yerde, yeni Müslüman olmuş bir kimse, elbette küfre düşüren bir çok şeyi bilemez. Bilmediği için de hemen ona küfre düştün denmez. Peki ne yapmalı? (Allahü teâlâya ve Resulüne ve Onun Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım, beğendim, kabul ettim. Allahü teâlânın ve Resulünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek kâfidir.) Dinimizin bildirdiği bir şeyde şüpheye düşen kimse, (Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece iman ettim, inandım) demelidir.

Not: Diğer maddelerde Amentü’nün bu 6 esası hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Ehl-i sünnet itikadı

Sual:

Ehl-i sünnet itikadında olmanın şartları nelerdir?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadından, önemli olanlardan bazıları şunlardır:

1-
Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.]

2-
Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.]

3-
İman ya vardır ya yoktur, artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]

4-
Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir.

5-
Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.]

6-
Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.]

7-
Kabir suali ve kabir azabı haktır.

8-
Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.

9-
Evliyanın kerameti haktır.

10-
Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10)

11-
Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.

12-
Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.

13-
Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.

14-
Peygamberler günah işlemez.

15-
Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.

16-
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler. Liderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]

17-
Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.

18-
Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.

19-
Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.]

20-
Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.

İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor.
(Fıkhı ekber)

Bir hadis-i şerif meali:
(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir. Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır, namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey kalmaz. Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur.

21-
Ahirette Allahü teâlâ görülecektir.

22-
Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar.

23-
Mest üzerine mesh etmek caizdir.

24-
Sultana isyan caiz değildir.

(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)

Cehennemden kurtulan tek fırka
Sual:
Ben dini bilgilerden mahrum olarak yetiştim. Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Birçok kitap aldım. Kitaplarda oldukça çok farklılık var. Kur'an mealleri de farklı. Kendi başıma doğruyu bulmam mümkün değildir. Aynı konuları hocalara sordum. Onlar da farklı şeyler söylediler. Dinimi doğru olarak öğrenmeden ölürsem, mazur sayılır mıyım? Yoksa yanlış bildiğimden sorumlu olur muyum?
CEVAP
Aynı ve benzer sualleri çok kimse soruyor. Her fırka, her grup, benim yolum doğru diyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu 73 fırkadan herbiri, İslamiyet’e uyduğunu, Cehennemden kurtulacağı bildirilen bu fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun 53 ve Rum 32]

Bu çeşitli fırkalar arasında kurtuluş fırkasının alametini Peygamber efendimiz bildirmiştir:
(Bu fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır.
(C.1, m.80)

Bugün çok kimse de kendilerinin Ehl-i sünnet olduğunu söylüyor. Bu bakımdan Ehl-i sünnet itikadının ne olduğunu bilmek şarttır. Bu bilindikten sonra doğruyu, hakkı bilmek zor olmaz.

Şirki affetmez ne demek?
Sual:
Allah’ın her günahı affedebileceği söyleniyor. Halbuki en büyük günah olan şirki affetmeyeceği Kur'anda yazılı imiş. Bu hususu açıklar mısınız?
CEVAP
İtikadımızı düzeltmeliyiz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İtikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da işlerde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de af olabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir.
(1/193)

Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Her müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmeli, imanını buna göre düzeltmelidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikada uymayan fena, bozuk itikadlar, imanlar, yani bunlara gönül bağlamak, gönlü öldüren bir zehirdir. İnsanı sonsuz azaba götürür. Amelde, ibadetlerde tembellik, gevşeklik olursa, affolunabilir. Amma itikadda gevşek davranmak affolunmaz. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Allah [ahirette] şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa-48]

O halde ölmeden önce itikadı düzeltmelidir.
(2/67)

Görüldüğü gibi, şirk yani küfür üzere ölen kimse, ebedi olarak Cehennemde kalır. Dünyada iken, yani ölmeden önce şirke [küfre] düşen kimse, tevbe ederse affolur.

Bir kâfir, kâfirliğine tevbe ederse, tertemiz, günahsız müslüman olur. Bir müslüman da şirke [küfre] düşerek kâfir olur, sonra pişman olup tevbe ederse, yine müslüman olur. Tevbe etmek için yalnız Kelime-i şehadet söylemek kafi değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmek lazımdır. (Allah şirki affetmez) sözü yanlış anlaşılmaktadır. Şirk üzere ölmüş olan affolmaz; fakat hayattayken, defalarca şirke düşüp sonra tevbe eden affolur.
 
 

 

 

İmanın ve İslam'ın şartları

Sual:

Her müslümanın bilmesi gereken zaruri iman bilgilerini kısaca bildirir misiniz?
CEVAP
Zaruri gereken iman bilgisi, imanın ve İslam’ın şartlarıdır. Kısaca aşağıda bildiriyoruz. Geniş olarak Amentü’nün esasları kısmında bilgi var.

İmanın şartları şunlardır:

1- Allah’a inanmak
Allahü teâlâ, vacib-ül-vücud [varlığı lazım olan] ve hakiki mabud ve bütün varlıkların yaratıcısıdır. Ondan başka ilah yoktur. Allahü teâlâ zamandan, mekandan münezzehtir. Hiçbir şeye benzemez.

Allahü teâlânın, sıfat-ı zatiyyesi altıdır:
Vücud,

Kıdem
,

Beka
,

Vahdaniyyet
,

Muhalefet-ün lil-havadis
,

Kıyam bi-nefsihi.


[Vücud var olmak, Kıdem varlığının öncesi olmamak, Beka varlığı sonsuz olmak, hiç yok olmamak, Vahdaniyyet ortağı, benzeri olmamak, Muhalefet-ün lil-havadis hiçbir şeyinde, hiçbir mahluka, hiçbir bakımdan benzememek, Kıyam bi-nefsihi varlığı kendinden olmak, hep var olması için, hiçbir şeye muhtaç olmamaktır.]

Sıfat-ı sübutiyyesi de sekizdir:
Hayat,

İlm
,

Sem
,
Basar
,
Kudret
,

İrade
,
Kelam
,

Tekvin.

[Hayat diri olmak, ilm bilmek, sem işitmek, basar görmek, kudret gücü yetmek, irade isteme, kelam söylemek, tekvin yaratmaktır.] Bu sıfatları da kadimdir.

2- Meleklere inanmak
Melekler, hayat sahibi, diri, nurani yaratıklar olup, akıl sahibidir. Allahü tâlânın sevgili ve kıymetli kullarıdır, ortakları ve kızları değildir. Allahü teâlânın emirlerine itaat ederler, isyan etmezler. Günah işlemezler. Kendilerine verilen emirleri yapmaktan başka işleri yoktur. Erkek ve dişi değildir. Evlenmezler, doğurmazlar, çoğalmazlar, çocukları olmaz, yiyip içmezler. Meleklerin kanatları var, ama, nasıl olduğunu bilemeyiz.

Her insanın bütün işlerini yazan meleklere, Kiramen katibin denir. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Meleklerin en üstünleri şunlardır: Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail.

3- Kitaplara inanmak
Allahü teâlânın gönderdiği kitaplar çoktur. Din kitaplarımızda bildirilen ise, 104 kitaptır. Bunlardan 100’ü küçük kitaptır. Bu küçük kitaplara suhuf denir.

100 suhuf şu Peygamberlere inmiştir:

10 suhufu, Âdem aleyhisselama,
50 suhufu, Şit aleyhisselama,
30 suhufu, İdris aleyhisselama,
10 suhufu, İbrahim aleyhisselama.

Dört büyük kitap ise şu Peygamberlere inmiştir:
Tevrat, Musa aleyhisselama,
Zebur, Davud aleyhisselama,
İncil, İsa aleyhisselama,
Kur'an-ı kerim, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselama.

Kur'an-ı kerim, bütün ilahi kitapların hükümlerini nesh etmiş, yani yürürlükten kaldırmış ve bu hükümleri kendisinde toplamıştır. Bugün, bütün insanların Kur'an-ı kerimin emrine uymaları lazımdır. Kur’an-ı kerimde de (Resulüme uyun) buyuruluyor. Şu halde, hadis-i şeriflere de uymak gerekir. Şimdi, hiçbir memlekette, hakiki Tevrat ve İncil yoktur. Bozulmuş İnciller vardır. Bu kitaplar sonradan tahrif edilmiş, yani insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bozulmamış olsaydı bile, geçerliliği yoktu, hepsi Allahü teâlâ tarafından nesh edilmiş yani yürürlükten kaldırılmıştır.

Kur'an-ı kerimin gelmesi âyet âyet olmuş ve 23 senede tamamlanmıştır. Kur'an-ı kerim, kıyamete kadar geçerlidir. Geçersiz olmaktan ve insanların değiştirmelerinden korunmuştur. Kur'an-ı kerimde eksiklik veya fazlalık olduğuna inanan, Allahü teâlâya inanmamış olur.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]

(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından
[hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]

4- Peygamberlere inanmak
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamdır. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber gelmiş ve geçmiştir. Sayıları belli değildir. 124 binden çok oldukları meşhurdur.

Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur.

Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber Muhammed aleyhisselama kadar bütün Peygamberler, hep aynı imanı bildirmiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa aleyhisselama ve Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselama inanıp, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün Peygamberlere inanırlar yani kabul ederler.

Peygamberlerin sıfatları şunlardır:
Emanet [emindir],
Sıdk [her işi doğrudur, yalan söylemez],
Tebliğ [Dini eksiksiz bildirir],
Adalet [her işte hakkı gözetir],
İsmet [günah işlemez],
Fetanet [çok akıllı, anlayışlı, zeki],
Emnül-azl [peygamberlikten azledilmez yani peygamberlik ellerinden alınmaz.]

Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Resul vasıtası ile, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar aracılığı ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen Peygamberlere (Resul) denir. Resullerin büyüklerine (Ülülazm) Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır.
Yeni bir din getirmeyip, insanları, daha önceki dine davet eden Peygambere Nebi denir.

Peygamber efendimizden sonra, hiç Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

5- Ahiret gününe inanmak
Herkes öldükten sonra dirilecek, hesaptan sonra Cennet veya Cehenneme gidecektir. Cennet ve Cehennem şimdi vardır. İkisi de sonsuzdur. Müslümanlar Cennette ebedi, kâfirler de Cehennemde ebedi kalacaklardır.

Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi. Fakat, Peygamber efendimiz kıyametin birçok alametlerini ve başlangıçlarını haber verdi:

Hazret-i Mehdi gelecek, İsa aleyhisselam gökten inecek, Deccal çıkacak. Yecüc Mecüc denilen kimseler her yeri karıştıracak. Güneş batıdan doğacak. Büyük depremler olacak. Din bilgileri unutulacak, kötülük çoğalacaktır.

6- Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak
İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zararın hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir.
Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, insanların ve diğer mahlukatın yapacağı işleri bilmesi ve dilemesidir. Bunun yaratılmasına kaza, ikisine birden kaza ve kader denir.

Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara İrade-i cüziyye vermiştir. İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükafatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez.

İslam’ın Şartları

1- Kelime-i şehadet getirmek
[Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü] demek. Manası şudur:
(Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.)
[Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.]

2- Namaz kılmak
Akıl baliğ olmuş yani ergenliğe girmiş akıllı her müslümana günde beş vakit namaz kılmak çok önemli bir farzdır. Namaz dinin direğidir. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Kılmayanın imanla ölmesi çok zordur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Namaz kılan kıyamette kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberani]

3- Zekat vermek
Nisap miktarı yani borçlarını düştükten sonra alacaklarıyla beraber elinde 96 gram değerde, para veya ticaret malı olanın kırkta birini zekat vermesi farzdır. Meyve ve tarla mahsulünün de onda birini fakire vermek farzdır. Bu onda bir zekata da uşur denir.
(Zekat vermeyene Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai]

4- Oruç tutmak
Ramazan ayında, bir ay oruç tutmak farzdır. Tutmamak büyük günahtır.

5- Hac etmek
Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır.

İnandım demek yeter mi?
Sual:
Hadis-i şeriflerde Kelime-i şehadeti getiren Müslüman olur deniyor. Bir kimse, inanmadan kelime-i şehadet söylese veya inansa, ancak Amentü’deki esaslara inanmasa yine Müslüman mıdır?
CEVAP
İman tarif edilirken, dil ile ikrar kalb ile tasdik deniyor. Kalb ile tasdik etmedikçe Müslüman olamaz.

Kelime-i şehadet, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna, Ondan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Allah Resulü ve son Peygamberi olduğuna ve bildirdiklerinin hepsine inanmak, hepsini beğenmek demektir. Yoksa, tarihi bir olayı anlatır gibi, öyle bir Peygamber vardır demek değildir. Ben O yüce Peygambere ve bildirdiklerinin hepsine iman ettim, hepsini beğendim, hepsi doğrudur, yanlış olma ihtimali yoktur diye kesin inanmak demektir. Dolayısıyla, Amentü’deki bütün esaslara inanması gerekir. İnanmadıkça, hatta inanıp da beğenmezse yine Müslüman olamaz. İmanın şartlarının birini kabul etmeyen veya dindeki meşhur bir farzı, bir sünneti veya bir haramı kabul etmeyen, beğenmeyen de Müslüman olamaz. İslamiyet’i bir bütün olarak kabul etmesi ve beğenmesi gerekir.

Hadis-i şerifler, İslam âlimlerinin açıklaması olmadan okunup anlamaya çalışılırsa tehlikeli olur, insanı küfre kadar götürür. Mesela aşağıdaki hadis-i şerifi, yukarıdaki açıklamalar dahilinde anlamak gerekir:
(Rab olarak Allahü teâlâya, din olarak İslâm'a, [son] Resul olarak Muhammed aleyhisselama [Onun bildirdiklerinin hepsine] inanıp razı olan, beğenen kimse [Müslüman’dır ve bu imanla ölürse] Cenneti hak eder.) [Müslim, Nesai]
 

 

 

 

 

Amel imandan parça değildir

Sual:

Amel imandan parça mıdır, yani bir farzı yapmayan veya bir haramı işleyen kâfir olur mu?
CEVAP
Hayır, kâfir olmaz. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen kâfir olurdu. Hiç müslüman kalmazdı.

Mutezile ile Vehhabiler ve diğer bazı bid’at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve gerekirken, imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz.

Yalnız iman ile Cennete girilirse de, yalnız amel ile Cennete girilmez. Amelsiz iman makbul, imansız amel ise makbul değildir. İmanı olmayanların yaptığı ibadetler, ahirette hiçbir işe yaramaz. İman başkasına hediye edilmez, fakat amelin sevabı, başkalarına hediye edilir. İman vasiyet edilmez, fakat kendi için amel yapılması vasiyet edilir. Ameli terk eden kâfir olmaz ise de, imanı terk eden hemen kâfir olur. Özrü olan kimseden amel affolur ise de, iman kimseden affolunmaz.

İmam-ı Gazali
hazretleri buyuruyor ki:
Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki (Rad) suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının [ve vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedi Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Şirk üzere ölmeyen her mümine şefaat edeceğim.) [Bezzar, Hakim, Beyheki]

(Zina etmiş, hırsızlık yapmış, içki içmiş mümin de Cennete girer.) [Buhari]

(Kalbinde zerre kadar imanı olan Cehennemde kalmaz.)
[Buhari]

(Büyük günah işleyen her mümine şefaat edeceğim.) [Nesai, Tirmizi]

(İmanla ölen günahkârlara şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]

Günahkâr mümin, cezasını çektikten sonra, Cennete girer. (Zina edenden, içki içenden iman çıkar) hadis-i şerifi, günahkârların kâmil mümin olmadığını bildirmektedir. (İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası şudur: İnsanda iman, vücuttaki baş gibidir. El kol gibi uzuvlar da ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif edilirken, bütün azaları ile tarif edilir. Yani bazı azaları eksik olsa bile insan yine insandır. Bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli ayağı kesik kimseye (yaşayan ölü) dendiği gibi, büyük günah işleyene de, kâmil mümin değil manasına "mümin değildir" buyurulmuştur.
(İhya)

Sual:
Günah işleyen müslümanlara kâfir denir mi?
CEVAP
Günah işleyen müslümana kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnete göre, bir insan günah işlemekle kâfir olmaz. Bazı bid'at fırkaları, günah işleyene, kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara kâfir demek sapıklığında bulunmuşlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]

Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyleyen kimseye kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu. O da, dili ile söylüyordu ama kalbi ile inkâr ediyordu dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu tekdir buyurdu.

Onun için mümine kâfir demekten sakınmalıdır.

Şarap içeri, iman dışarı mı?
Sual: İslam Ahlakı kitabında, Hazret-i Osman’ın, "Allahü teâlâya yemin ederim ki, bir kimse, şarap içerken, iman o şaraba der ki, ey melun dur, ben çıkayım da ondan sonra sen gir" dediği bildiriliyor. Bir de bu anlamda hadis-i şerifler de var:

(İnsan, mümin olduğu halde içki içemez.)
[Nesai]
(Şarap içenin imanı, gömleğin sırttan çıktığı gibi çıkar.) [Hakim]
(İçki ile iman, bir arada bulunmaz, biri, diğerini uzaklaştırır.) [Beyheki]
(İçki içenin kalbinden iman nuru çıkar.) [Taberani]
Sualim, şarap içenin imanı çıkıyor mu, yani kâfir mi oluyor?
CEVAP
Hayır. Dinimizde amel imandan parça değildir, yani şarap içen veya başka günah işleyene kâfir denmez. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen kâfir olur, hiç müslüman kalmazdı. Hatta (amel imandan parçadır, günah işleyen kâfir olur) diyen sapıklar da, müslüman olamazdı. Çünkü masum yani günahsız olmak Peygamberlere mahsustur.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam hazretleri, "Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz” buyurdu. Günahı çok olan bir mümin, tevbesiz ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa erer.
(2/67)

İmam-ı Gazali hazretleri yukarıdaki hadis-i şerifleri açıklarken, (Kâmil iman sahibi içki içemez, içenin imanı zayıftır) buyuruyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, “Allah’a şirk koşmadan ölen her Müslüman Cennete girer” dedi. Ben “hırsızlık ve zina etse de mi?” dedim evet dedi. Bunu üç kere sordum. Evet şarap içse de, Cennete girer dedi.) [Buhari, Tirmizi]

İman azalıp çoğalmaz

Sual:

İman azalıp çoğalır mı?
CEVAP
İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. Cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. Bunlar, sanki, cilalı olmayan imanı, iman bilmedi. Cilalılardan bazısını da, iman bilip, fakat az dedi. İman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. Cilası çok olup, cisimleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çoktur demeye benzer. Başka birisi de, iki ayna müsavidir. Yalnız, cilaları ve cisimleri göstermeleri, yani sıfatları başkadır demesi gibidir. Bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girmemiştir. (Ebu Bekir’in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır.
(Mektubat, m.266)

Not:
Geniş bilgi için Vehhabilik maddesinde (Her günah işleyen kâfir mi?) kısmına bakınız.

Ehl-i kıble kime denir?

Sual:

Ehl-i kıbleye kâfir denmiyor. 72 sapık fırkanın hepsi de ehl-i kıbledir yani namaz kılıyor. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olmaz mı?
CEVAP
Evet ehl-i kıbleye kâfir denmez ama ehl-i kıble nedir? Ehl-i kıble namaz kılan kimse demek değildir. Kısaca izah edelim:
1- İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii, Ehl-i kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka, Ehl-i kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça anlaşılamayan delillerin tevillerinde yanıldıkları için, bunlara kâfir denilmez. Fakat zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur; çünkü bunlara inanmayan, Resulullaha inanmamış olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği, zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden birine bile inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi
)

2-
72 bid'at fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı mülhid olmuştur. Dinde sözbirliği ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, la ilahe illallah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan da sakınsa bile, artık buna ehl-i kıble denmez.
(Hadika)

3-
Zaruri din bilgilerinden veya iman edilecek şeylerden birine bile inanmayan, La ilahe illallah Muhammedün resulullah dese de, kâfir olur.
(Redd-ül-muhtar)

4-
Ehl-i sünnet olanların bir kısmı Cehenneme girmez. Bunlardan yalnız kötü iş yapanlar Cehenneme girer. 72 bid'at fırkası, Ehl-i kıble olduğu için, bunlara kâfir denmez. Fakat bunların, dinde inanması zaruri olan şeylere inanmayanları kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 2/67, 3/38)

5-
Meşhur bir farzı inkâr eden kimse, namaz kılsa da kâfir olur. (Berika)

6-
Her namaz kılana ehl-i kıble denmez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Yalan söyleyen, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.)
[Buhari]


7-
İmanın 6 şartından birine inanmayan, namaz kılsa da kâfirdir. (Eşiat-ül-lemeat)
(Haramlardan kaçıp, ihlâsla, la ilahe illallah diyen Cennete girer)
hadis-i şerifindeki İhlasla ifadesi için Resulullah efendimiz, (Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani)

Haramlardan kaçmayanın imanını koruması zorlaşır. Eğer imanını koruyamamışsa sonsuz Cehennemde kalır.

Sual: Müslümanda, küfrü gerektiren bir durum görülse, buna kâfir denir mi?
CEVAP
Müslüman olduğunu söyleyen, kelime-i şehadet okuyana, şüphe ile küfür damgası basılamaz.
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin bir işinde veya sözünde birçok küfür alametleri ile bir iman alameti veya küfür olması şüpheli olan bir alamet bulunsa, buna kâfir dememelidir. Çünkü Müslümana iyi zan olunur. (Redd-ül-muhtar)

Küfür alametini dilediği açıkça anlaşınca, kâfir olur. Tevil etmemiz fayda vermez. (Bezzâziyye)

Sual: 72 bid’at fırkasının Cehennemde günahları ve itikatlarının bozukluğu kadar kaldıktan sonra Cennete gideceği hadis-i şeriflerle ve İslam âlimlerinin sözleriyle bildirilmiyor mu?
CEVAP
Ama bid'at fırkası öyle olacak, her ehl-i kıble olan değil ki. Küfre düşmemiş olanları öyle olacak. Küfre düşenleri sonsuz Cehennemde kalacak.

Sual: (Günde beş defa Kâbe’ye yönelip, tehiyyatta kelime-i şehadeti söyleyen, küfre düşüp küfrüne tevbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz) diyenler çıkıyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Bu söz ehl-i sünnet itikadına aykırıdır. İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. O şeyden tevbe etmezse, namaz kılsa da kâfirdir.

Sual: Bazısı, (La ilahe illallah diyen Cennete girer) hadisine göre, 72 dalalet fırkası da Cehennemde sonsuz kalmaz” diyor. Bu açıklama doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Bir münafık da La ilahe illallah diyebilir. Kâfir olarak ölenleri Cennete giremez.

Sual: Tekfir hastalığımızın özünde bir nevi kendimizi ilahlaştırma virüsü vardır demek caiz mi?
CEVAP
Bu söz, Resulullaha ve İslam âlimlerine bir iftiradır. Hâşâ Resulullah ve onun vârisleri olan ehl-i sünnet âlimleri, küfre düşenleri tekfir ettikleri için kendilerini ilahlaştıran bir virüse mi yakalanmışlardır? Bu ne çirkin iftira? İtikadı küfür olan dalalet ehli, ehl-i kıble değildir, namaz kılsa da, her ibadeti yapsa da Cehennemde sonsuz kalır. Ehl-i kıble olması için, küfür olan itikadından tevbe etmesi lazım. Vesikalarını yukarıda bildirdik.
 

 

 

Günah işlemek ve iman

Sual:

Günah işlemek ve işlemeye devam etmek insanın imansız ölmesine sebep olmaz mı?
CEVAP
Büyük günahları işlemek ve devam etmek insanı küfre sürükleyip, imansız ölmesine sebep olabilir.

Sual: Büyük günahlar nelerdir?
CEVAP
Büyük günahlardan bazıları şunlardır:

1- Bid'at sahibi olmak

2-
Günah işlemeye devam etmek
3- Müslüman olduğuna şükretmemek
4- İmansız ölmekten korkmamak
5- Zulmetmek
6- Anaya-babaya âsi olmak
7- Doğru olsa da çok yemin etmek
8- Namazı öğrenmeye ve çoluk-çocuğa öğretmeye önem vermemek
9- İçki içmek
10- Yalan yere evliyalık taslamak
11- Günahını küçük görmek
12- Kendini beğenmek
13- İlim ve ibadeti ile kendini üstün görmek
14- Haset etmek
15- Tecrübe etmeden bir kimseye iyi demek
16- Yalana, gıybete devam etmek
17- Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından uzak durmak
18- Kâfir olsa da komşusuna eziyet etmek
19- Dünya işleri için, çok sinirlenmek
20- Büyü yapmak
21- Salih olan mahrem akrabayı ziyareti terk etmek
22- Allahü teâlânın sevdiklerini sevmemek; sevmediklerini sevmek
23- Mümin kardeşine üç günden fazla kin tutmak
24- Zina veya livata yapmak
25- Açık saçık giyinmek
26- Katillik
27- Hırsızlık
28- Uyuşturucu madde kullanmak
29- Gasp
30- Ramazan orucunu, açıktan yemek
31- Zaruretsiz faiz vermek
32- Haksız yere yetim malı yemek
33- Ölçü ve tartıda hile yapmak
34- Namazı vaktinden önce veya sonra kılmak
35- Kalb kırmak
36- Rüşvet almak
37- Malın zekatını ve uşrunu vermemek
38- Canlı hayvan ateşte yakmak
39- Kur'an-ı kerimi öğrendikten sonra, okumasını unutmak
40- Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek
41- Hainlik etmek
42- Eshab-ı kiramdan herhangi birisini sevmemek
43- Namuslu kadına, kötü kadın demek
44- Müslümanlar arasında söz taşımak
45- Avret yerini açmak veya başkasının avret yerine bakmak
46- Emanete hıyanet etmek
47- Cimrilik
48- Dünyaya düşkünlük
49- Allahü teâlânın azabından korkmamak
50- Haramı haram helalı helal bilmemek
51- Falcıların falına inanmak
52- Kadına, kıza yani harama bakmak
53- Kadınların erkek, erkeklerin kadın elbisesi giymesi
54- Ettiği iyiliği başa kakmak
55- Allah’tan gayriye yemin etmek. Mesela çocuğumun ölüsünü öpeyim gibi
56- Küçük günahı işlemeye devam etmek
57- Bir namaz vaktini kaçıracak zaman kadar cünüp durmak
58- Çalgı çalmak ve dinlemek
59- İntihar etmek
60- Dinini öğrenmemek.

Günahı önemsiz saymak
Sual:
Günahı önemsiz saymak ne demektir, nasıl olur?
CEVAP
Günahı önemsiz saymanın ne demek olduğu çok kimse tarafından bilinmemekte, bu yüzden günahkârlara kâfir denmektedir. Mesela (İçki içmeye devam eden kimse, haram olduğuna önem verse, içmez, açık gezen bayan, bunun haram olduğuna önem verse kapanır. O halde bunlar, işlediği günahlarına üzülmedikleri, yani haramı önemsiz saydıkları için kâfirdir) demek yanlıştır.

Üzülmeyen, önem vermeyen kâfir olur ama, üzülmek, önem vermemek ne demektir? Mesela namazını kılan bir bayan, açık gezmenin günah olduğunu biliyorsa, (Kapanmak Allah’ın emri, kapansak iyi olur ama, bu zamanda kapanamıyoruz) derse, bu bayana kâfir denmez. Bunun gibi içki içen kimse de, (İçki haramdır, fakat alıştık bırakamıyoruz) derse, bu kimseye kâfir denmez. Aksine, hiç içki içmeyen birisi, (bir bardak şarap içmek günah sayılmaz) dese küfre girer. Yahut, (Herkes açık geziyor, ne oluyor, biz de geziyoruz, herkes içiyor, biz de içiyoruz, sarhoş olmadıktan sonra ne zararı olur) diyerek haramı önemsiz saymak küfür olur.

Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Bir günah yüzünden büyük azaba maruz bırakabilir. Yüz bin sene ibadet eden iyi bir kulunu, sonsuz olarak Cehenneme koyabilir. Mesela yüz bin sene itaat eden İblis, kibrederek secde etmediği için sonsuz olarak Cehennemlik oldu. Âdem aleyhisselamın oğlu, bir adam öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu. Her duası kabul olan Belam-ı Baura, bir günaha meylettiği için imansız gitti. Karun zekat vermediği için malı ile helak oldu. O halde her günahtan kaçmaya çalışmalı. Hadis-i şerifte, (Çok küçük bir günahtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor.

Günah işleyince de ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tevbe etmelidir. Mümin hem Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemeli, hem de Ondan çok korkmalıdır. Hadis-i şerifte (Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ onu umduğuna kavuşturur, korktuğundan da emin eder) buyuruldu. Yani bir mümin, Allah’ın azabından korkar, rahmetinden de ümidini kesmez, haramlardan kaçıp ibadetlerini yapmaya çalışırsa Cennete gider.

Bir insan ne kadar büyük günah işlerse işlesin, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Hatta azılı bir kâfir bile tevbe edip "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" dese, bütün günahları affolur, tertemiz bir insan olur. Yani dünyada iken Allah’ın affetmediği günah yoktur. Tevbe edince şirki yani kâfirliği de affeder. Öldükten sonra artık kâfirlere af yoktur. Kur'an-ı kerimde, (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, Allah bütün günahları affeder) buyuruluyor. (Zümer 53)

Allahü teâlânın rızasının ve gazabının hangi işte, hangi sözde olduğunu bilmeyiz. Bu bakımdan hiçbir sözü, hiçbir iyiliği ve kötülüğü küçük görmemelidir. Cenab-ı Hak, rızasını iyilikler içinde, gazabını da günahlar içinde saklamıştır. Önem verilmeyen bir günah, Allah’ın gazabına sebep olabilir. Onun için sözümüze dikkat etmeliyiz. Atalarımız, (Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir) demişlerdir.

İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar, kâfir olur. Günahların hepsi Allah’ın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. İbni Münkedir hazretleri ölüm döşeğinde ağlıyordu. Sebebini sordular. "Kasten büyük bir günah işlemedim. Önemsiz saydığım küçük bir günah, Allah’ın gazabına sebep olduysa diye korktuğum için ağlıyorum" dedi. İşte böyle korkular müslümanın kurtuluşuna sebeptir. Çünkü hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki: "Dünyada iken bir gün beni hatırlayıp ananı, benden bir kerecik korkanı, Cehennemden çıkarın") buyuruldu.

Çok önemli tembih
Erkek olsun, kadın olsun, her Müslümanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine yani haramlara uyması lazımdır. Bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmaya önem vermeyenin imanı gider. İmansız kimse, kabirde azap çeker. Ahirette Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Af edilmesine, Cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yoktur. Küfre düşmek çok kolaydır. Her sözde, her işte küfre düşülebilir. Küfürden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahi, her gün bir kere, Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söyledim veya bir iş yaptım ise, pişman oldum. Beni affet diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya yalvarsa, muhakkak affolur. Cehenneme gitmekten kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, her gün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden daha önemli bir vazife yoktur. Kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlar için tevbe ederken, bunları kaza etmek lazımdır. (Seadet-i Ebediyye)

 

 

 

 

İmanın alameti

Sual:

İnsan, kendisinin mümin olduğunu bilebilir mi? İmanın alameti nedir?
CEVAP
İman, Amentü'de bildirilen altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] (Bunları kalb ile tasdik etmek de şarttır.)

İmanın kuvvetli olmasının alametleri çoktur. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

(İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen imanlıdır.) [Taberani]

(İmanı en kuvvetli mümin, güzel ahlaklı olandır. Yanına herkes kolayca yaklaşır, geleni gideni çok olur. Herkesle iyi geçinir. Çevresi ile iyi geçinemeyen de hayır yoktur.)
[Taberani]

(Nerede olursa olsun, Allahü teâlâyı unutmayanın imanı kuvvetlidir.)
[Beyheki]

(Allah ve Resulünü her şeyden çok seven, sevdiğini yalnız Allah rızası için seven ve ateşe düşmekten çok, küfre düşmekten korkan imanın tadını bulur.)
[Buhari]

(Birbirinizi sevmedikçe, iman etmiş olmazsınız.)
[Taberani]

(Hayâ imandandır.) [Buhari]

(Temizlik imanın yarısıdır.)
[Müslim]

(Ahde vefa [sözünde durmak] imandandır.) [Hâkim]

(Kendi aleyhine de olsa âdil davranmak imandandır.)
[Bezzar]

(Musibete sabretmek imandandır.) [Bezzar]

(Kalbinde imanı olan kimse, Allahü teâlâyı sever.)
[Deylemi]

(İman çıplaktır. Elbisesi takva, süsü hayâdır, sermayesi fıkıh, meyvesi ise ameldir.) [Deylemi]

(İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü
“La ilahe illallah”, en aşağısı da, yolda sıkıntı veren bir şeyi kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir.) [Tirmizi]

(İman, namaz demektir. Namazı itina ile, vaktine, sünnetine
[ve diğer şartlarına] riayet ederek kılan mümindir.) [İ. Neccar]

(İmandan olan üç şey: Darlıkta infak etmek
[Hayra harcamak], rastladığı Müslümana selam vermek ve kendi aleyhine de olsa adaletli davranmak.) [Nesai]

(Şu kimsenin imanı kuvvetlidir: Allah için yaptığı işlerde tanınmaktan hiç korkmaz, gösterişten uzak amel işler, iki işten biri ahirete, diğeri de dünyaya faydalı olsa, ahirete faydalı olanı tercih eder.)
[Deylemi]

(Kötüleyen, lanet eden, fuhuş konuşan ve hayâsız olan mümin-i kâmil değildir.)
[Buhari]

(Beni evladından, ana-babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmeyen, iman etmiş olmaz.)
[Buhari]

(Kendi istediğini insanlar için de istemeyen, imana kavuşamaz.)
[Ebu Ya'la]

Üst kısımdaki hadis-i şeriflere bakınca temiz olan herkes imanlı olur gibi yanlış anlaşılır. Hâlbuki bir kâfir de temiz olabilir. Bir kâfir de hayâlı olabilir. Bir kâfir de adaletli davranabilir. Bir kâfir de süsten kaçabilir. Hadisleri âlimlerin açıklamaları ile okumak gerekir. Biz okursak yanlış anlarız.

Günah için de durum aynıdır. Günah işleyene kâfir denmez. (Söz taşıyan Cennete girmez) hadisinden maksat, günahının cezasını çekmeden yahut affa, şefaate kavuşmadan giremez demektir. (Gıybet eden Cehennemlik) hadisinden maksat, sevapları günahlarından az olursa, gıybet Cehenneme götürür demektir.

(Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez)
hadisinden maksat, günahının cezasını çekmeden yahut affa, şefaate kavuşmadan Cennete giremez demektir.

Yine hadis-i şerifte, müminin her günahı yapabileceği, üç şeyi yapamayacağı, bunlardan birinin de yalan olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şeriften zahire göre, yalan söyleyenin mümin olmadığı anlaşılır. Kâmil mümin değil demektir. Ayrıca yalanın münafıklık alameti olduğu bildirilmiştir. Yalan söyleyen münafık değildir, fakat münafıklık alametinden birini işlemiş olur.

Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. Sanki buradan ana babasının rızasını almayan kâfir gibi anlaşılıyor. Hâlbuki öyle değildir. Günahlarının cezasını çekmeden Cennete giremez demektir.

(Cimri, Cennete girmez)
, (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır.
Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.

Doğru imanın alameti
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır; çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kişi, kendini Müslüman zanneder. Kelime-i tevhidi söyler, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Hâlbuki bilmez ki, Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını sevmek onun imanını yok eder.
(1/163)

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22]

(Ey iman edenler, bana ve size düşman olanları dost edinmeyin, sevmeyin!)
[Mümtehine 1]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Üç şey imanın lezzetini artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah’ın düşmanlarını sevmemek.) [Taberani]

(İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.)
[Ebu Davud] (Buğz, sevmemek, düşmanlık demektir. Buğd-i fillah, Allah için sevmemek, Allah için düşmanlık etmek demektir. Zıddı olan Hubb-i fillah, Allah için sevmek, Allah için dost olmak demektir.)

(Allah’ın düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş olmaz.)
[İ. Ahmed]

(Allah’ın dostunu seven, düşmanını düşman bilenin imanı kâmil olur.) [Ebu Davud]
 

 

 

 

İmanın zirvesine çıkmak

Sual:

Hep Allah’ın varlığını ispat eden yazıları okumakla kolayca imanın zirvesine çıkabilir miyiz?
CEVAP
O tip yazı okumakla imanın zirvesine çıkılmaz. Resulullah efendimiz, zirveye nasıl çıkılacağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır:
1- Allah’ın hükmüne karşı sabretmek
2- Kaza ve kadere rıza göstermek
3- Tam tevekkül sahibi olmak

4- Allah’a tam teslim olmak.) [Ebu Nuaym]
Şimdi bu dört maddeyi kısaca açıklayalım:

Sabır:
Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız ele geçmez. Resulullah efendimize (iman nedir?) diye sorulduğunda, (Sabırdır) buyurdu. (Deylemi)
Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır. Üç hadis-i şerif meali:
(Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Deylemi]

(Sabreden kuldan Allah razı olur.) [Deylemi]

(Sabırlı ve ihlaslı Cennete gider.) [Taberani]

Üç âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sabredenlere mükafatları hesapsız verilir.) [Zümer 10]

(Sabredenlere [ihsanımı] müjdele!) [Bekara 155]

(Sabretmekte yarışınız!) [A. İmran 200]

Hazret-i Hızır, (Günah işlememeye sabretmek sayesinde ledün ilmine kavuştum) buyurmuştur.

Kadere rıza:
Allah’tan gelen her şeye razı olmak büyük nimettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kadere rıza, saadet alametidir.) [Tirmizi]

(Şu 3 şeyi yapan dünya ve ahiret hayrına kavuşur: Kazaya rıza, belaya sabır, rahatlıkta dua.)
[Deylemi]

(Şu 3 şeyi yapan 40 evliyadan biri olur: Kazaya rıza, haram işlememeye sabır, buğdi fillah.)
[Deylemi]

(Şu üç şey iman alametidir: Belaya sabır, nimete şükür, kazaya rıza.)
[İhya]

(Hak teâlâ buyurdu: Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve belaya sabretmeyen, benden başka Rab arasın!)
[Taberani]

(Ya Rabbi, beni kaza ve kaderine rıza gösteren, belana sabreden ve nimetlerine şükredenlerden eyle!) diye dua etmenin en güzel dualardan biri olduğu bildirilmiştir.

Tevekkül:
Tevekkül farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İmanınız varsa Allah’a tevekkül edin.) [Maide 23]

(Tevekkül edene Allah kâfidir.) [Talak 3]

(Allah tevekkül edenleri sever.) [Al-i İmran 159]

En büyük makam, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmaktır. Hasbiyallah, Allah bana yetişir, kâfi gelir demektir. İbrahim aleyhisselam, ateşe atılırken, Hasbiyallah ve ni’mel vekil dedi ve kurtuldu. Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama şöyle vahyetti:
(Bir kul, kullara değil de bana ihlasla tevekkül ederse, herkes ona tuzak kursa, ona mutlaka bir çıkış kapısı açarım. Bir kul da bana değil mahluka güvenirse, bütün yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarını kolaylaştırırım.) [İbni Asakir]
Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür.

Allah’a teslimiyet:
Teslim olmak, esir olmak, kul köle olmak demektir. Allah’a teslim olmak da Allah’ın kulu olmak ve Onun her emrini yapmaya hazır beklemek demektir. Zaten Müslüman, Allah’a teslim olan insan demektir. Kur’an-ı kerimde de teslim olmak emredilir:
(Biz sadece Allah’a teslim olduk deyin!) [Bekara 136]

(Âlemlerin Rabbine teslim olarak namaz kılın.) [Enam 71, 72]

Belkıs imanını bildirmek için, (Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum) dedi. (Neml 44)

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Şu beş şey imandandır: Allah’a teslimiyet, kaderine rıza, işini Allah’a havale etmek, ona güvenmek, musibete sabır.) [Bezzar]

İşte bunları uygulayan imanın zirvesine çıkar.

Kâmil iman sahibi miyiz?
Sual:
Olgun imana kavuştuğumuzu bilebilir miyiz?
CEVAP
Evet, bazı alametler vardır. İnsan bunlara bakarak kâmil iman sahibi olup olmadığını anlayabilir. Mesela Hasan bin Muhammed bin Hasan hazretleri buyuruyor ki:
Şu üç şeyi yapan kâmil iman sahibidir:
1- Sever ama sevgisi batıla düşürmez.
2- Kızar ama kızması haktan ayırmaz.
3- Güçlü iken de, hakkı olmayana el uzatmaz.


Eshab-ı kiram, “Biz, insanlardan gelen sıkıntılara sabretmeyenleri, kâmil iman sahibi saymazdık” buyuruyorlar. Bir âyet meali:
(Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, Allah rızası için akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, saillere ve mükateb köle [ve esirlere] sevdiği maldan harcamak, namaz kılmak, zekât vermek, antlaşmada sözlerini yerine getirmek, sıkıntı, hastalık ve savaşta sabretmektir.) [Bekara 177]


Bu âyet-i kerimede, insanı olgunlaştıran esaslar açıkça bildirilmiştir. Bunlar da sağlam iman, iyilik, yardım ve nefsin ıslahıdır. Bu hasletleri kendisinde toplayan bir kimse, iman ve itikadına göre, sıdkla vasıflandırılmış, takva ile övülmüştür. Peygamber efendimiz, (Bu âyetin bildirdiği hususlarla amel eden, kâmil iman sahibi olur) buyurdu. (Tibyan)

Haramlardan kaçan ve ibadetleri yapan kâmil iman sahibidir.
İbadetleri yapıp imanıma bir zarar gelir diye korkanın ve “Günahlarım çoktur, ibadetlerim beni kurtarmaz” diye düşünenin imanı kuvvetli demektir. (Bezzâziyye)

Konu ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesai]


(Şu üç kimsenin imanı kemâle ermiştir:
1- Hiç kimsenin kınamasından korkmadan Allah yolunda yürüyen,
2- Ameline riya karıştırmayan,
3- Dünya ve ahiretle ilgili iki işten ahirete ait olanı dünya işine tercih eden.)
[Deylemi]

(Şunları yapan kâmil imana sahiptir:
1- Allah için seven, Allah için buğzeden,
2- Diliyle de Allah’ı anan,
3- Kendisine hoş geleni, başkasına da hoş gören,
4- Kendisi için istemediği bir şeyi başkası için de istemeyen,
5- Hayır konuşan veya susan.)
[Taberani]

(Sevdiğini yalnız Allah için sevenin imanı kâmildir.)
[Beyheki]

(Allah’ın dostlarını sevip, düşmanlarını düşman bilenin imanı kâmildir.)
[Ebu Davud]


(İhsan sahibi olanın imanı kâmildir.)
[İ.Ahmed]

(İmanı kâmil olan mümin, güzel ahlaka sahip olandır.) [Taberani, Deylemi]

(Nerede olursa olsun, Allahü teâlâyı unutmamak, kâmil imanı gösterir.)
[Beyheki]

(Allah ve Resulünü her şeyden çok seven, sevdiğini yalnız Allah rızası için seven ve ateşe düşmekten çok, küfre düşmekten korkanın imanı kâmildir.)
[Buhari]

(Belayı nimet, bolluk ve rahatlığı musibet saymayanın imanı kâmil olmaz.)
[Taberani]

(Emanete riayet etmeyenin imanı kâmil değildir.) [Taberani]

(Komşusu, zararından emin olmayanın imanı kâmil değildir.) [Bezzar]

İmanı kuvvetlendirmek için
Sual:
İmanı kuvvetlendirmek için ne yapmalı?
CEVAP
İmanı kuvvetlendiren, tadını hissettiren çok şey vardır. Bazılarını bildirelim:
1- Güzel ahlaklı olmak.
2- Hep Allahü teâlâyı hatırlamak.
3- İhlâslı olmak.
4- Cömert olmak.
5- Elinde olmadan, büyük belalara maruz kalmak. (Salih kimse için)
6- Haramlardan kaçmak.
7- Küfre düşmekten çok korkmak.
8- Sevdiğini Allah için sevmek, sevmediğini Allah için sevmemek.
9- Salih olmak.
10- Namaza çok önem vermek.

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

(Kur’an okumak ve Allah’ı zikir imanı kuvvetlendirir.)
[Deylemi]

(Allah için yaptığı işlerde kınanmaktan korkmayan, ameli ihlâslı olan, iki işten biri ahirete, diğeri dünyaya faydalı olsa, ahirete faydalı olanı tercih edenin imanı kuvvetlidir.)
[Deylemi]

(En şiddetli bela, enbiya, evliya ve benzerlerine gelir. Kişi imanının sağlamlığı nispetinde belaya maruz kalır. İmanı sağlam ise belası şiddetli, imanı zayıf ise hafif olur.)
[Tirmizi]


(Müslüman cömerdin imanı kuvvetlidir.)
[Deylemi]

(Allah korkusundan dolayı harama bakmayan imanının tadını alır.)
[Taberani, Hâkim]

(Üç şey imanın tadını artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah’ın düşmanlarını sevmemek.)
[Taberani]

(İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen imanlıdır.)
[Taberani]

Sabah ve akşam şu duayı okuyan şirke düşmekten kurtulur ve imanı kuvvetlenir:
(Allahümme inni euzü bike min en üşrike bike şey-en ve ene a’lemü ve estağfirü-ke li-ma la-a’lemü inneke ente allamül-guyub.) [İ. Ahmed]

 

 

 

 

Hubb-i fillah ve buğd-i fillah

Sual:

Hubb-i fillah buğd-i fillah ne demektir?
CEVAP
Sevdiklerini sırf Allah rızası için sevmek, düşmanlık ettiklerine de sırf Allah rızası için düşmanlık etmek demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır.) [Ebu Davud]

(Üç şey imanın tadını artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah’ın düşmanlarını sevmemek.)
[Taberani]

(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.)
[Buhari]

(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!)
[Ey Oğul İlm.]

Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

- Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
- Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?

Musa aleyhisselam, Allahü teâlâyı sevmenin, Onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı.
(Mektubat-ı Masumiyye)

Cenab-ı Hak, Hazret-i İsa’ya da vahyetti ki:
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [K. Saadet]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Muhammed aleyhisselama uymak için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilip sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik] sığmaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir.
(1/165)

Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, habibi olan Muhammed aleyhisselama, İslam düşmanları ile savaşmayı ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, Kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Halbuki, bilmez ki, böyle, [Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını “şu iyilikleri de var” diye sevmek] gibi çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürür. (1/163)

Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, âşıkların elinde ve iradesinde değildir. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz. Buna yalancı denir. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir. Büyükler, (Sevdiğin zatı inciten kimseye gücenmez isen, köpek senden daha iyidir) demişlerdir. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. Kâfirleri sevmemek, Kur’an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur’an-ı kerime uymamız farzdır.
(1/29)

Kâfirleri sevmeyi haram eden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle:

(Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22]

(Kâfirleri dost edinen, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.)
[Âl-i İmran 28]

(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar,
[İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51]

(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin, onları sevmeyin!)
[Mümtehine 1]

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gadab ederler, birbirlerine merhametlidirler) diye övmektedir. (Feth 29)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

(Allahü teâlâyı sevmeyen ve Onun düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen, Allah’ın sevgisine kavuşur.) [İ.Ahmed]

(Allahü teâlânın dostunu seven, düşmanına buğzedenin imanı kâmildir.)
[Ebu Davud]

(İsyan edenlere düşmanlık ederek, Allahü teâlâya yaklaşın!) [Deylemi]

(Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur.) [Taberani]

Halife Ömer’e, (Hire’li bir hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi. Aşağıdaki âyet-i kerimeyi okuyup, (Mümin olmayan birini dost edinemem) dedi

Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır: Halife Ömer’e dedim ki:
- Hıristiyan katibim çok işe yarıyor.
- Niçin, bir Müslüman katip kullanmıyorsun? (Ey müminler! Yahudi ve hıristiyanları sevmeyin) âyetini işitmedin mi?
- Dini onun, katipliği benim.
- Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma!
- Basra’yı onunla idare edebiliyorum.
- Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir!

Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalblerini incitmek haramdır. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Onlarla ticaret yapılır, aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranmak lazımdır. Hatta hidayete kavuşmaları, Müslüman olmaları için dua da edilir.

Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir.

Kişi sevdiği ile beraber olur
Sual:
Ahirette, kişi sevdikleri ile beraber olacağına göre, bir kimse, hem Cennete gidecek iyileri, hem de Cehenneme gidecek kötüleri severse, nereye gider?
CEVAP
İyi ile kötüyü sevmek, temiz ile pisliği karıştırmak demektir. Karışım pis olur. Bir kimse, hem Peygamber efendimizi, hem de Ebu Cehil'in itikadını sevse Cehenneme gider.

(Allah ve Resulünü seviyorum) diyen bir zata, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Kıyamette sevdiklerinle beraber olursun.) [Müslim]

Âlimler, (Kişi sevdiği ile beraber olur) hadis-i şerifini şöyle açıklıyor:

Bir kimse, salih bir mümini sever, onun gibi itikada sahip olup, onun gibi amel işlemeye gayret eder, Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını da düşman bilirse, ahirette sevdiği kimse ile birlikte Cennette olur.

Bir kimse de hem Müslümanları, hem de gayrimüslimleri sever, gayrimüslimlerin itikadlarını beğenirse, gayrimüslimlerle birlikte Cehenneme gider. (Kişi sevdiği ile birlikte olur) demek, sevdiği kimsenin derecesine kavuşur demek değildir. Fakat iyileri sevdiği için, Cennette onlarla birlikte olur. Herkes imanının parlaklığına, kuvvetine göre farklı derecelerde bulunur. (Mektubat-ı Rabbani, Hadika)

Ahirette iyilerle beraber olabilmek için, dünyada da onlarla beraber olmak, onları sevmek, onların yolundan gitmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Arşın etrafında nurdan kürsülerde, nur gibi parlayan zatlar bulunur. Peygamberler ve şehidler bunlara imrenir. Bunlar, Allah için birbirini seven, Allah için buluşan, Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.) [Nesai]

(Allahü teâlâ buyurur ki: Benim için birbirini ziyaret eden sevgimi kazanır. Benim için birbirini seven sevgime mazhar olur. Benim için veren, sevgimi hak eder. Benim için birbirine yardım eden, muhabbetimi kazanır.)
[Hakim]

(Allahü teâlâ kıyamette buyurur ki: Benim azametim için birbirini sevenleri hiçbir himayenin bulunmadığı bugün, rahmetim altında himaye ederim.)
[Müslim]

(Allah için dost olan kimseyi, Allahü teâlâ, Cennette hiçbir ameli ile ulaşamayacağı yüksek dereceye yükseltir.)
[İ.E.Dünya]

(Birbirini Allah için seven iki kişinin Allah katında en kıymetlisi, arkadaşını daha çok sevendir.)
[Hakim]

İsa aleyhisselam, (Allah düşmanlarına buğzederek, Allahü teâlânın sevgisini kazanın! Onlardan uzaklaşarak Allah’a yaklaşın! Onlara kızarak Allah’ın sevgisini arayın! Gördüğünüz zaman Allahü teâlâyı hatırlatan, sözü ile iyiliklerinizi artıran ve sizi iyiliğe teşvik edenlerle arkadaşlık ediniz!) buyurdu.

Allahü teâlâ Musa aleyhisselama: (Herhangi bir arkadaşın, seni benim sevgime teşvik etmezse, o senin düşmanındır) buyurdu. Davud aleyhisselama da, (Kendine dost ara! Beni sevmekte sana uymayanlarla arkadaşlık etme! Çünkü onlar senin düşmanındır, kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırmaya çalışır) buyurdu.) [İ. Gazali]

(Allahü teâlâ, "Benim için birbirini seven, benim için toplanıp dağılan, benim için birbirini ziyaret eden, benim için birbirine yedirip içiren kimseleri severim" buyurdu.)
[İ.Malik]

(Kıyamette Arşın gölgesinde bulunacak yedi sınıf kimseden birisi de Allah için birbirini seven, Allah için toplanıp Allah için dağılan kimselerdir.)
[Buhari]

Böyle Allah sevgisi olur mu?

Sual: Bazıları hem Allah’ı seviyoruz diyorlar, hem de Allah’a inanmayanlarla dostluk kurup, onlarla birlikte olmaktan rahatsız olmuyorlar. Böyle Allah sevgisi olur mu?
CEVAP
Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın kâfirlere düşman olduğunu, açıkça bildiriyor. Onun düşmanlarını seven, Onu sevmiş olur mu? Kâfirler, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, (Buğd-i fillah) vacip olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızasına kavuşturacakların en üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı.

Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi gerekir. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin icabıdır. Burada, diğer işlerde gereken iradeye ve kesbe ihtiyaç yoktur. Kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları, insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona münafık denir. Şeyhül-islâm Abdullah-ı Ensari diyor ki: (Ben Ebul-Hasen Semunu sevmiyorum. Çünkü üstadım Hıdri’yi üzmüştü. Bir kimse, hocanı üzer, sen de ondan üzülmezsen, köpekten aşağı olursun.)

Allahü teâlâ, Mümtehine suresinin dördüncü âyetinde mealen, (İbrahim’in ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız! Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allahü teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır) buyurdu. Bundan sonraki âyet-i kerimede mealen, (Bu sözlerinde sizin için ve Allahü teâlânın rızasını ve ahiret gününün nimetlerini isteyenler için, ibret vardır) buyurdu.

Buradan anlaşılıyor ki, Allahü teâlânın rızasını kazanmak isteyenlere, bu teberri [uzaklaşmak] gerekir. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki, (Kâfirleri sevmek, Allahü teâlâyı sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.) Bir kimse, seviyorum dese, fakat Onun düşmanlarından teberri etmese, bu sözüne inanılmaz. Al-i İmran suresinin 28. âyetinde mealen, (Kâfirleri sevenleri, Allahü teâlâ, azabı ile korkutuyor) buyurdu. Bu büyük tehdit, çirkinliğin çok büyük olduğunu gösteriyor.
(Mektubat-ı Masumiyye c.3, m.55)

İmanın sahih ve muteber olması için gerekli şartlardan bazıları:
1- Havf ve reca arasında olmak: Yani Allah’ın azabından korkup, rahmetinden ümit kesmemek.
2- Can boğaza gelmeden ve güneş batıdan doğmadan önce iman etmek.
3- Küfür alameti kullanmamak ve küfrü gerektiren söz söylememek.
4- Sevgi ve buğzu yalnız Allah için olmak. Kâfirleri dost edinmek küfürdür.
5- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmek. (R. Nasıhin)

Sual:
S. Ebediyye’de, (Müslümanları sevmek, kâfirleri sevmemek imanın şartıdır) deniyor. İmanın altı şartı arasında, böyle bir şart var mı?
CEVAP
İmanın şartlarından ilki, Allah’a imandır. İman etmek için, sadece Allah var demek yetmez, Allah’ı sevmek de şarttır. Bu sevginin şartı da, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Yani, Müslümanları, Müslüman oldukları için, sevmek ve kâfirleri de, kâfir oldukları için, sevmemektir. Demek ki, imanın altı şartının içinde Allahı sevmek, onun sevdiklerini sevmek, onun düşmanlarını sevmemek de vardır. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22]

Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İmanın esası ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-i fillah, yani Allah için sevgi, Allah için buğzdur.) [Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani]


(Allah’ın düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen, Allah’ın sevgisine kavuşur.)
[İ. Ahmed]

(Din, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.)
[Ebu Nuaym, Hâkim]

(Üç şey imanın lezzetini artırır:
1- Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek,
2- Kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek,
3- Kâfirleri
[onlar kendisini sevseler de] sevmemektir.) [Taberani]

Sual: Bir âlime (Hocandan ne öğrendin?) diye soruyorlar. O da, (Hubb-i fillah, buğd-i fillah, yani kimler sevilir, kimler sevilmez onu öğrendim) diyor. Bu o kadar önemli bir husus mudur?
CEVAP
Çok önemli bir husustur. İmanın da, ibadetlerin de esası, temeli bu husustur. Elli dört farzdan birisi de budur. Hubb-i fillah, Allah için sevmek, Allah için dost olmak, buğd-i fillah, Allah için buğzetmek, dargın durmak, sevmemek demektir. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçının meali:

(Allah için seven, Allah için düşmanlık edenin imanı kâmildir.)
[Ebu Davud, Tirmizi]

(İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.)
[İ.Ahmed]

İbadeti, takvası ihlâsı çok olan Müslümanı, az olandan daha çok sevmek gerekir. Sevmek demek, onların yolunda bulunmak demektir. İsyanı daha çok olan, küfrü ve fuhşu yayan kâfirleri daha çok sevmemek gerekir. Allah için düşmanlık edilmesi gerekenlerin başında, insanın kendi nefsi gelir.

 

 

İmanın kısımları

Sual:

İman kaç kısımdır?
CEVAP
İman, bir bütün olduğu halde kuvvet yönüyle üç kısımdır:
1- Dinin hükümlerini bilmeyen, ana-babasından gördüğü gibi ibadet eden, inanan kimsenin imanına taklidi iman denir. Böyle kimsenin imanının gitmesinden korkulur.

2-
Dinin hükümlerini yani farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh ve müfsidi ilmihalden öğrenip amel eden kimselerin imanına, istidlâli iman yani delil ile anlayarak bilmek denir. Böyle kimselerin imanı kuvvetlidir.

3-
Ariflerin imanıdır. Herkes dinsiz olsa, onun kalbine asla şüphe gelmez. Onun imanı peygamber imanı gibidir. Buna hakiki iman denir.

Peygamber efendimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez, yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikad etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü, iman parçalanamaz.

Peygamberlik makamı, aklın üstündedir. Peygamberin sözlerini, akla uydurmaya çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. Ahiret işlerinde, iman esaslarında Peygambere, akla danışmadan tâbi olmak, uymak gerekir.

Tasavvufta fena makamına yükselmeyen [evliya olmayan] gerçek imana kavuşamaz.
[Fena, Allah’tan başka her şeyi unutmak, kalbden dünya sevgisini çıkartmaktır.]

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2- Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.

Birinci şekildeki imanda nefs azgınlığından vazgeçmemiştir. İman gerçek değil, mecazidir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman yok olmaktan korunmuştur. (Ya Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve Nisa suresinin, (Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki 136. âyet-i kerimesi de gerçek imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Gerçek imana kavuşun) manasındadır.

İmam-ı Ahmed
hazretleri ilim ve ictihadda çok yüksek dereceye sahip olduğu halde, gerçek imana kavuşmak için Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri] hazretleri gibi evliyanın sohbetinde bulundu.

İmam-ı a'zam
hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra, (Bu iki yıl olmasaydı, Numan helak olurdu), yani (Gerçek imana kavuşamazdım) buyurmuştur. Her iki imam da ilimde ve ibadette son derece ileri oldukları halde, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun meyvesi olan gerçek imanı elde ettiler.) [C.2, m.106]

Senaullah-i Dehlevi hazretleri ise buyuruyor ki:
(Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin, (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve, (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek ilmi geri alır) hadis-i şerifi, gerçek imanın ve batın ilminin geri alınmayacağını göstermektedir.)
[İrşad-üt-talibin]

Taklit ile iman
Sual:
Ehl-i sünnet olup olmadığı bilinmeyen, fakat âlim denilen bir zata uymak caiz midir?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimi olduğu anlaşılmayan kimsenin sözlerinin, kitaplarının ve kendisinin övülmesine, yaldızlı, ateşli propagandalara aldanarak, buna uymak caiz değildir. Güvendiği kimselere sormadan, iyi olduğu bilinmeden, itikadında, sözlerinde ve ibadetlerinde ona uymak, insanı felakete götürebilir.

Müslüman olmak için, yani Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini, sıfatlarını anlamak için, zaten kimseyi taklide ihtiyaç yoktur. Fen bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle, Onun var olduğunu anlar. Bu yolla Allah’ın var olduğunu anlayan kimse, Müslümanlığı kabul ederse, dinimizin kabul ettiği imana kavuşur. Eseri görerek müessirin, yani eseri yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur. Her insanın böyle düşünerek Allah’a inanması dinimizin emridir. Allah’a inanan kimsenin de, hak din olan İslam’ı bulması gerekir. Hak dine inanmadan ben Allah’a inandım demek iman olmaz. Allah’ın bildirdiği dine Onun bildirdiği şekilde inanmayan, Allah’a inanmış sayılır mı hiç?

İtikadda, taklit ederek, işittiğine iman etmek caiz ise de, nazar ve istidlal etmediği için, yani inceleyip araştırmadığı için, günah işlemiş olur. Amelde, ibadetlerde, araştırmadan, bir mezhep imamına tâbi olmak âlimlerin söz birliği ile caizdir.
(Hadika)

Ana babasını, hocalarını taklit ederek, doğru itikada kavuşan kimsenin imanı sahih ise de, nazarı ve istidlali terk ettiği için, yani fen bilgilerini kısaca öğrenip, Allahü teâlânın varlığını düşünmediği için, günah işlemiştir. Fen derslerini öğrenmemiş bir kimse, ana babadan, kitaptan öğrenerek iman ettiği, düşünerek kabul ettiği, aklını kullanarak inandığı için, istidlali terk etmiş sayılmaz diyen âlimler de vardır.

İtikad edilecek şeyleri sorup öğrendikten sonra, hemen iman hasıl olmuyor ki, buna taklit denilsin. Öğrendikten sonra, düşünmek, beğenmek ve kabul etmek, ondan sonra iman etmek hasıl oluyor. İslam’ın istediği iman budur. Öğrendikten sonra, düşünmeden, beğenmeden, izansız olan iman, taklit ile iman olur. Delilsiz olur. Kâfirlerin, ana babalarını görerek kâfir olmaları böyledir. İslam’ın istediği iman, insanın izan ile, delil ile, kendi kararı ile olan imandır. Kâfirlerin küfrü, kendilerinden hasıl olmayıp, ana babalarından alınmaktadır. Onlardan kendilerine mal olmaktadır.

İmanda taklidin yeri yoktur. İbadetlerde taklit, Allahü teâlânın emri ile hasıl olduğu için, öğretenler de, öğrenenler de, Cennete kavuşacaklardır.

Peygamber efendimizin, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp, dil ile de söylemeye İman denir. İmanın yeri Kalbdir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvettir. Buna gönül de denir. İmanı söylemeye engel bulunduğu zaman, söylememek affolur. Mesela korkutulduğu, dilsiz olduğu, söyleyecek vakit bulamadan öldüğü zaman, söylemek gerekmez. Anlamadan, taklit ederek inanmak da, iman olur. Allahü teâlânın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Her birini bilmeden, hepsine inandım demek de, iman olur.

İstidlal ile iman
Sual:
İstidlal ile yani akıl ile bularak hasıl olan iman, taklit ile yani başkasına uyarak hasıl olan imandan daha üstün değil midir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberleri taklit ederek hasıl olan iman, iman-ı istidlalidir. Çünkü böyle taklit eden kimse, Peygamberlerin bildirdiği her şeyin doğru olduğunu, aklı ile, düşüncesi ile anlamıştır. Çünkü Allahü teâlânın, bir kimsenin doğru olduğunu bildirmesi için, ona, mucizeler vermesinden, o kimsenin elbette doğru sözlü olduğu anlaşılır. Başkasına uyarak hasıl olan imanın kıymetsiz olması, babalarından görerek iman etmektir. Peygamberlerin doğru söylediklerini, bildirdikleri her şeyin doğru olduğunu düşünmeden, yalnız ana babadan görerek hasıl olan imandır. Böyle olan iman-ı taklidi, âlimlerin çoğuna göre kıymetsizdir. Mantığa dayanarak, akıl ile, düşünce ile hasıl olan imana gelince, bu yoldan da dinin bildirdiği imana gidilebilir. Fakat bu yoldan kavuşan pek azdır. Peygamberleri taklit etmeye dayanmadan, yalnız istidlal ile iman hasıl etmeye çalışanlara yazıklar olsun! Allahü teâlâ, imanın nasıl elde edileceğini bize gösteriyor. Al-i İmran suresinin 53 âyetinde, (Ya Rabbi, senin indirdiğine inandık, Resulüne uyduk) buyuruldu.
(1/ 272)

Mukallitlikten kurtulmak
Sual:
İmanda mukallitlikten kurtulmak için neyi bilmek lazımdır?
CEVAP
Yer, gök ve canlılardaki, kendi organlarındaki düzeni görüp, işitip, öğrenip de bunları yapan bir varlığın mevcudiyetini düşünmek, mukallit olmaktan çıkarır. Hepimiz imanda mukallit değil, amelde mukallidiz.
 

 

 

 

 

 

 

 
 
  Bugün 28 ziyaretçi (28 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol